Aynı zamanda TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olan Güneş, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın 2024 yılı bütçesinin komisyonda yapılan görüşmeler sırasında ilginç tespitlerde bulundu.

Güneş, “Tabii ki AK PARTİ hem muhafazakâr hem de sosyal demokrat bir partidir. AK PARTİ iktidara geldikten sonra belki de daha çok sol partilerin umudu olan -veya sol partilerden beklenilen diyelim- pek çok sosyal politikayı hayata geçirmiştir. İlk dönemlerde bizim ekonomik anlamda dezavantajlı vatandaşlarımıza yaptığımız kömür yardımıyla, diğer yiyecek yardımıyla alay eden insanlar bunları anlamadılar ve daha sonra anladılar ki gerçekten de bizim buradaki temel amacımız oy almak değil, dezavantajlı durumdaki vatandaşlarımıza katkıda bulunmak.

AK PARTİ iktidara gelmeden önce günlük 4 doların altında geliri olan nüfusumuz Türkiye'nin aşağı yukarı yüzde 30'uydu; bugün bu yüzde 1'lerin bile altına düştü yani ekonomik anlamda biz refah düzeyimizi artırmışız ama buna rağmen toplumun üst gelir gruplarına göre dezavantajlı sayılan vatandaşlarımızın da bu dezavantajlarını ortadan kaldırmak için hem yoksullukla mücadele hem de sosyal yardımlaşma anlamında 205 milyar TL ek destek sağlıyoruz. Tabii ki bunlar yeterli mi? Yetmez, daha da fazla olması lazım” dedi.

“Engelli ailelerinin de sosyal güvencesinin devlet tarafından verilmesi iyi olacaktır”

AK PARTİ sadece bununla mı kalmış? Hayır. En önemli meselelerden bir tanesi, engelli vatandaşlarımızın hem toplumda daha iyi hizmet alması hem eğitim haklarını daha iyi kullanabilmesi adına bir kanun düzenlemesi yapıldı. Daha önceden toplum tarafından engelli vatandaşlarımız sanki yok sayılır gibi bir hâl vardı ve burada da yapılan bu düzenlemelerle onlara ekonomik anlamda destek verildi, ayriyeten de kamuda onların istihdamı artırıldı; bir taraftan sosyal hayatta daha rahat bir şekilde hareket etmeleri ve kamu hizmetlerinden faydalanmaları ve diğer taraftan da özel eğitim kuruluşlarından da eğitim alabilme imkânı sağlandı. Bu çerçeveden baktığınız zaman, AK PARTİ iktidarları engelli vatandaşlarımızın haklarını, hukuklarını koruma anlamında bir çığır açmıştır. Bugün ağır engelli vatandaşlarımıza verdiğimiz bu miktar belki çok olmayabilir ama geriye dönüp baktığımız zaman, öncesine göre iyi bir rakam.

Burada tabii ki şöyle bir durum var Sayın Bakanım, özellikle ağır engelli vatandaşlarımıza aileleri bakıyor ve uzun yıllar -Allah uzun ömürler versin- yaşayabiliyorlar, bunlar vefat ettikten sonra ailelerin sosyal güvencesi olmadığı için mağduriyet doğabiliyor. Bizim temennimiz... Bu vatandaşlarımızın -şimdi önümüzde yeni bir kanun düzenlemesiyle ilgili tartışmalar var- ev kadınlarının sosyal güvencesinin bir kısmına devletin destek verdiği gibi buradaki ağır engelli kardeşlerimize bakan ailelerimize de sosyal güvencesinin devlet tarafından verilmesi isabetli olacaktır diye ben düşünüyorum.

“48 bin  şehit yakını ve gazi yakını istihdam etmişiz”

Diğer taraftan, tabii ki burada daha önceki düzenlemelerde yüzde 50 özrün üzerinde olan vatandaşlarımızda ağır özürlü kısmı "evet" veya "hayır" yazıyordu; daha sonra yeni bir düzenleme yapıldı, buna "tam bağımlı" "yarı bağımlı" veya "bağımlı değil" yazılıyor. Şimdi, doktorların bunu değerlendirmesine göre bu değişebiliyor; bazen öyle oluyor ki uzun süre tam bağımlı olan bir kişi -diyelim ki zihinsel engelli bir kişi- daha sonra bir başka heyete girdiği zaman "Ya, bu yarı bağımlı oluyor." diyorlar ve bu haklardan tamamen mahrum olabiliyor. Eğer imkân varsa -bunların düzelmesi bazı durumlarda mümkün değil ama- doktor fikriyle yani onun kararıyla bu değişebiliyor tam bağımlı veya yarı bağımlı olarak; tam bağımlılara verdiğimiz hakların hiç olmazsa bir kısmını yarı bağımlılara da veririm çünkü o, bir kişiye bağlı, evde bir kişi kalıyor ve ona bakıyor. Diğer taraftan, AK PARTİ iktidarlarının en önemli politikalarından bir tanesi şehit yakınlarına, gazi ve gazi yakınlarına sahip çıkmak. Tabii ki bunların biz karşılığını asla ödeyemeyiz, Allah onlardan razı olsun diyoruz, onların -diyelim ki- yakınlarının kamuda istihdam edilmesinde, ekonomik olarak destek verilmesinde, TOKİ tarafından onlara evlerin yapılmasında çok büyük mesafeler katlettik biz ama onların hakkını, hukukunu ödemek mümkün değil. Şimdiye kadar aşağı yukarı 48 bin -siz de ifade ettiğiniz- şehit yakını ve gazi yakını istihdam etmişiz.

“Kadınlara pozitif ayırımcılık getirdik”

Diğer taraftan, arkadaşlar, tabii ki kadınlar bizim en değerli... Diyelim ki en değer verdiğimiz annelerimiz, bacılarımız, kardeşlerimiz, kız çocuklarımız dolayısıyla da bunların haklarının, hukuklarının korunması bakımından AK PARTİ şimdiye kadar çok büyük adımlar attı ve kadınlara pozitif ayrımcılığı getirdi. Kadına karşı şiddetin önlenmesinde pek çok olumlu adımlar attı ama burada biz "Kadın haklarını koruyacağız." derken arkadaşlar, bunun erkeklere karşı bir düşmanlık seviyesine getirilmemesi lazım. Burada kadın ve erkek çoğu alanda, Medeni Kanun'da eşit haklara sahip olması lazım ama kadın ve erkeklerin fiziki anlamda karşılaştırması doğru değil. Kadın ve erkek birbirini bütünleyen ve birlikte olduğu zaman aile oluşturan yapılardır. Şimdi, bazen öyle oluyor ki kadına şiddeti önleme adına bazen biz erkekleri evden uzaklaştırıyoruz Sayın Bakanım. Burada kadının hakkını koruyoruz ama daha sonra ailenin eğer birlikteliğini düşünüyorsak ki düşünüyoruz bizim için en önemli unsur aile unsurudur ve dolayısıyla da burada yaptığımız tedbirler aile içindeki o sıcaklığa, ilgiye ve beraberliğine de helal getirmemesi gerektiğini ben düşünüyorum.

“Diyanet Kürt Düşmanı değildir”

Uşak Merkez’de deprem Uşak Merkez’de deprem

Bir diğer konu, burada, maalesef bir konuşmacı, HEDEP'ten bir konuşmacı -tabii ki buna çok üzüldüm- "Diyanet İşleri Başkanı Kürtlere ve kadınlara karşı." dedi. "Nasıl?" dedim. Dedi ki: "Kobani davasına Diyanet de müdahil oldu." Ben bunu araştırdım, dedim: "Ya, nasıl böyle bir şey oldu?" Şimdi, 2014 tarihinde olan 6-7 Ekim olaylarında neticede o gün de HDP Merkezi Yürütme Kurulu bir çağrı yaptı, bu çağrı üzerine 35 il, 96 ilçe, 131 yerleşim yerinde olaylar çıktı, kamu binaları talan edildi. Bunun neticesinde Yasin Börü ve arkadaşlarının da olduğu 35 vatandaşımız şehit oldu arkadaşlar. Dolayısıyla da bunun neticesinde 201 okul, 165 belediye binası, 1.731 ev ve iş yeri yakıldı arkadaşlar, bunların yanında pek çok ibadethane, ondan sonra camiler, müftülükler bundan çok büyük zarar gördü arkadaşlar. Dolayısıyla da şimdi, Diyanet diyor ki: "Ya siz bunları yakmasanız bile sizin verdiğiniz talimat neticesinde yandı ve yıkıldı bunlar dolayısıyla da ben buradan kurum olarak zarar gördüm. Ben bu zararı nereden çıkaracağım? Bunun müsebbibi olarak kimi görüyorum? Bunun müsebbibi -diyelim ki- HDP Merkez Yürütme Kurulu'nun çağrısını olarak görüyorum ve dolayısıyla da bu davaya müdahil oluyorum." Şimdi, bu davaya müdahil olmanın Kürt düşmanlığıyla, Diyanetin Kürt düşmanlığıyla ne alakası olabilir veya Diyanetin kadınlara karşı olmasıyla ne alakası olabilir arkadaşlar? Bizim dinimiz insanları etnik köken olarak hiçbir zaman ayırmaz, dinsel anlamda da ayırmaz. Diğer taraftan, kadınlara bizim dinimiz en fazla önemi veren dindir arkadaşlar. Bizim için, Müslümanlar için en mukaddes yer, en gidilecek yer cennettir arkadaşlar ve bizim dinimiz "Cennet annelerin ayakları altında." diyerek kadınlara verdiği önemi göstermektedir. Bu konuda gerçekten de toplumu yanlış bilgilendirmek ve toplumdaki insanlar arasında birtakım hasmane duyguları uyandırmanın ve onları birbirine düşman etmenin ben son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla da arkadaşlar, bunlardan sizin sakınmanızı tavsiye ederim.”

(SALİH KILINÇ / HABER)

Editör: Seher ZEYBEK