İ.C. kodlu okurun mektubu şöyleydi:
“Bir babanın kızı ile olan ilişkisi gerçekten çok önemliymiş; her geçen gün bu ilişkinin daha duygusal, temelleri daha sağlam boyutlara ulaştığını fark ediyorum. Çocuğum için yaptıklarım, yapacaklarım, kendi nefsimden feragat ettiklerim gözümün önüne geliyor, hatta yeri geliyor yaşamımın tüm evrelerini sorguluyorum; zaman zaman farklı duygularla yoğrulmuş bir şekilde düşünüyor ve diyorum ki; acaba kız babası olmak nasıl tarif edilir?
Herhalde benim için, ''bir erkeğin yaşamında yok saydığı pembe renkle barışabilmesi'' olsa gerek kız babası olmak! Bilmiyorum başka babalar için nasıl tarif edilir.”
1991 yılında Allah gönlüme göre bir eş verdi. Gül Duymaz Hanımefendi ile evlendim. Dünya tatlısı, güzel mi güzel, tatlı dilli güler yüzlü bir kızdı. Tabi evlenince Kılınç oldu. O zaman kadınlar kızlık soy adlarını hiç kullanmazdı.
Sonra, baktık çocuğumuz olmuyor. 5 yıl süren bir tedavi sonucu, Allah, dünya tatlısı yeşil gözlü, Selvi boylu, kar gibi bir meleğini cennetten çıkararak bize gönderdi.
Daha doğrusu Cenab-ı Allah bize dünyaları bağışlamıştı. Eşim Gül Hanım Uşak Belediyesi’nde çalıştığı için adını merhum bir aile büyüğümüze hürmeten Gökçen koyduğumuz bu melek çoğunlukla benimle gezerdi. Birlikte habere gider, maçlarda simit ayran ya da tükürük köftesi yer, sinemaya tiyatroya giderdik. Çoğu zaman çalıştığım işyerlerinin bürosunda uyur kalırdı.
Anaokulu, ilk, orta, lise, derken birde baktık ki; 2014 yılında meleğimiz üniversite sınavına girmiş. Ege Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Mütercim Tercümanlık Almanca bölümünü kazanmış. Küçük yaştan bu yana İngilizce öğrendiği için İngilizcesi zaten su gibidir. Hem İngilizceyi, hem Almancayı ana dili gibi konuşur olmuş.
Üniversite sınavını kazandığımda eşime dedim ki; “Gül Hanım hazırlıklı olalım yavru kuşkanatlarını çırpmaya başladı. Yuvadan uçacak. Kendi yuvasını kuracak.”
Bize Allah’ın bir lütfu olarak cennetinden gönderdiği o güzel melek, şimdi kendi yuvasını kuruyor. Öğrenim hayatında rastlaştığı Yiğit Can adlı oğlumla dünya evine giriyor. İkisi de birbirinin gönlüne pek yakışmış.
Eee… Ne demişler? “İnsanın sevdiği koluna değil gönlüne yakışandır.”
Bana; “Kız babası olarak neler hissediyorsun?” diye soracak olursanız, sizlere cevap verirken aklıma hep şu kıssa gelir:
Aşık Veysel'e sormuşlar :
"Üstad dünyadan ne anladın?"
"Say ki bir pazar yeri dolaştım" demiş
"Üç metre bez aldım, gidiyorum..."
Yaş 60 olmuş. O karnını doyurduğum, benimle sinemaya maça giden küçük melek ne ara bu kadar büyüdü de evleniyor? Hala bu soruya cevap arıyorum ve hala şaşkınım.
Acaba iyi bir eş, iyi bir baba oldum mu? Ömür değin şey gerçekten harcanıp gitti mi?
Zor, çok zor sorular bunlar.
Dünya sinema tarihinin kült bir filmi vardır. Günümüzden tam 50 yıl önce çevrilmiş. “BABA”
Bu filmde “Baba” Don Carleone rolünü canlandıran Marlon Brando, çapkınlık yapan damadına şöyle der: “Ailesiyle vakit geçirmeyen adam gerçek bir ‘adam’ değildir.”
Can Okurlarım!
Yarın (17 Haziran Cumartesi) saat 20.00 de Cennetten gelen meleğim Gökçen, yakışıklı damadım Yiğit Can ile Karakuş Düğün Salonu’nda yeni bir dünya kuruyorlar. Günlerdir davetiye dağıtıyorum. Dijital ortamdan davetler yapıyorum.
İlla ki unuttuğum olmuştur. Bağışlayın. “Çok ise günahım kusura bakmayın
Bildiğinden şaşar kul bazı bazı”
Hepinizi bekliyorum. Salon küçük gelir belki 650 kişilik. Ama hepinizin gönlümüzde yeri ayrıdır. Gönlümüz hepiniz alacak kadar geniş.
Gözümüzün nuru başımızın tacısınız. Hepinize yürekten kocaman bir “EYVALLAH”